Ödül AŞIK ÜLKER-YENİDÜZEN’e konuşan CTP Genel Sekreteri, Milletvekili Asım Akansoy, BM Genel Sekreteri’nden herhangi bir görüşme daveti gelmesi durumunda toplantıya katılmak gerektiğini vurguladı.
Akansoy, Rum Lider Hristodulidis’in, BM Genel Sekreteri Guterres’in iki lideri, 13 Ağustos’ta New York’ta bir araya getirmek için davet ettiğine dair açıklama yapması üzerine, Cumhurbaşkanı Tatar’ın “mevcut koşullarda üçlü görüşmeye onay vermeyeceklerini, böyle bir görüşme için zemin olmadığına” dair tavrını değerlendirdi ve Tatar’ın tavrının yanlış olduğunu söyledi.
“Ortak zemin konusunda anlaşmaya varılır veya varılmaz, bugün Kıbrıslı Türklerin temsilcisinin BM Genel Sekreteri’nin olası davetini reddetmesi hiç kimseye açıklanabilecek bir mevzu değildir. Büyük bir skandal olur” diyen Akansoy, Kıbrıs sorununun sadece Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar açısından değil, garantör ülkeler açısından da bir sorun olduğu, sorunu masaya oturup konuşmak ve çözmek gerektiğini kaydetti.
Tatar’ın sürdürdüğü politikayla adil, eşit, kalıcı, güvenlikli ve işlevsel bir anlaşmaya varmanın mümkün olmadığını Türkiye dahil herkesin bildiğini ifade eden Akansoy, çözümü ötelenen herhangi bir sorunun ortadan kalkmayacağının ve potansiyel gerilimin devam edeceğinin altını çizdi.
Akansoy, 1974’ten bugüne geçen 50 yılda, Kıbrıs sorunu bağlamında yüzleşme ve Kıbrıs’ta barış kültürünün tesisi yönünde tatmin edici ilerleme olmadığını söyleyerek, adanın kuzeyinde, ayrılıkçı bir yapının kurgulanması üzerinde kendini konumlandıran bir siyasetin olduğunu belirtti.
BM Güvenlik Konseyi kararlarından şaşmamak gerektiğini kaydeden Asım Akansoy, “Nasıl ki bugün, Filistin meselesinde, Kırım konusunda, Türkiye dahil dünyanın bütün ülkeleri, BM Güvenlik Konseyi kararlarını referans veriyorsa, bu elbette Kıbrıs için de geçerlidir. Bunun dışında bir uzlaşı alanı şu anda yoktur. Herkesin bunu görmesi gerekiyor” diye konuştu.
Güvenliğin önemine vurgu yapan Akansoy, siyasi sorunların çözümsüzlüğünün güvenlik sorunlarını büyüttüğünü vurguladı ve “Aslolan, güvenlik ihtiyacını ortadan kaldıracak siyasi yapıyı iyi kurgulayabilmektir” dedi.
Soru: 74’ün üzerinden 50 yıl geçti. Gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Akansoy: 50 yıllık sürecin özünde, Kıbrıslı Türklerin adadaki toplumsal varlığının korunması ve geliştirilmesi ne ölçüde başarıldı? Esas üzerinde durulması gereken, toplumsal varlık meselesidir. Bir toplum, kendi bütünlüğüyle, bir toprak parçası üzerinde, mutlu, huzurlu yaşayabiliyor ve demokratik değerlerle kendini geliştirebiliyorsa buna bir anlam yükleyebiliriz. Yoksa sorunlarla, sıkıntılarla, gerilimlerle ve buna bağlı olarak sürekli göçü gündemde tutarak, bir toplumun mutlu olduğunu söylemek doğru olmaz. 50 yıl, yarım yüzyıldır ve ülkeler yarım yüzyılda çok büyük stratejik hamleler yaparlar. Ama bunu planlı bir şekilde yaparlar, gelişi güzel hareketlerle oluşturmazlar. 1974’te, 1980’de oturup, “nasıl bir gelişme stratejimiz olacak, bu toplum nasıl ayaklar üzerinde duracak” gibi bir planlama yapmadı. Yapılabilir miydi? Elbette yapılabilirdi. Yapsaydık daha farklı olurdu, yapmadığımız çok net bir şekilde ortada. Bugün bile, KKTC’nin isminin değiştirilmesinden, yeni bir devletten bahsedildiği, insanlarımıza, toplumsal varlığımıza değer vermek yerine, devlet yapılanmasının adı üzerinden tartışmaların yapıldığı bir dönemden geçiyoruz. İnsanoğlu, 200 yıl önce bu süreçleri tamamladı. Biz bu konuları yeni yeni konuşmaya başladık.
“Kıbrıslı Türklerin refahı ve mutluluğundan bahsetmek mümkün değil”
Aslında güney ve kuzeyi birlikte değerlendirmek lazım. 50 yıllık süre zarfında, Kıbrıslı Rumlarda ne tür bir değişim yaşandı, bizde ne tür bir değişim, gelişme oldu? Kıbrıs sorunu bağlamında baktığımızda, ne yazık ki, istediğimiz ölçüde bir yüzleşme, sorun nasıl aşabilir yönünde bir adım ve Kıbrıs’ta barış kültürünün tesisi yönünde tatmin edici ilerlemenin olduğunu söylemek pek mümkün değil. Ayrılıkçı çevreler biraz zemin buluyorsa, nedeni budur. Ama Kuzey Kıbrıs’ta, dünden bugüne, ayakları üzerinde duran ve kendi kendini yöneten bir yapı kurmak yerine, alt yönetimin sürekli olarak kendini yeniden ürettiği bir durum söz konusu oldu. Kıbrıslı Türklerin refahı ve mutluluğundan bahsetmek mümkün değil. Adanın kuzeyinde, ısrar ve inatla, ayrılıkçı bir yapının kurgulanması üzerinde kendini konumlandıran bir siyaset söz konusudur. Kavga da zaten, bu iki görüş arasındadır. Bir görüş “Kıbrıs’ta aslolan, Kıbrıs Türk varlığının, toplumsal olarak korunması, gelişmesi, ilerlemesidir” diyor, diğer görüş de, “aslolan ayrı bir devlettir, toplum yok olursa olsun” diyor.
“Değişim programları, toplumsal onay almadan içselleştirilemez, kabul görmez”
Soru: Türkiye ile imzalanan, İktisadi ve Mali İşbirliği Anlaşması, bahsettiğiniz planlama bağlamında ne anlam taşır?
Akansoy: Bu anlaşma, iktisadi ve mali işbirliği anlaşması olması gerekirken, Kıbrıs sorununa vurgu yapan, Kıbrıs sorununda ortaya konan ayrılıkçı tezleri not eden bir belge olarak karşımızda. Elbette Kıbrıs sorunu önemlidir ve Kıbrıs sorunuyla, ülkedeki iktisadi ve mali gelişme paralel bir mevzudur. Ama iktisadi ve mali işbirliği anlaşması bağlamında yapılmış bir çalışmanın önüne, Kıbrıs sorunuyla ilgili, toplumsal kabulü olmayan iddialar ortaya koymak tartışmalı bir konudur. Bizce kabul edilir değildir.
İktisadi ve Mali İşbirliği Anlaşması’na baktığımızda, enteresan bir durum var. Öngörülen yasal düzenlemelerin ne zaman yapılacağına dair ortaya konan son tarihlerin çoğu 2024 sonudur. Halbuki bu anlaşma, 2025 sonuna kadar geçerlidir. 2025 yılı içerisinde tamamlanması öngörülen çeşitli konular var ama sadece üç tane. 2024 sonuna kadar yapılması öngörülen düzenlemelerin yapılması gerçekçi olmadığı gibi, bunların kamu yararı açısından ne getirip, ne götüreceğinin de kamuoyunda iyice tartışılması gerekirdi. İlk başlarda göze çarpan olumlu noktalar olmakla birlikte, bunların iyice tartışılması ve toplumsal olarak kabullenilmesi, hayata geçirme noktasında önemlidir. Burada öngörülen eylemlerin, bir hükümet programında öne çıkması gerekirken, işbirliği protokolü üzerinden bir eylem planı görmüş olmak, işin bir diğer garip yanıdır. Hükümet, bu programı alıp, “bu benim yol haritamdır” diyerek, bunu hayata geçirmeye çalışıyor. Bu, toplumdan ne ölçüde onay almış bir metindir? Bu anlaşmada çok iddialı değişim programları vardır. Dünyanın hiçbir yerinde değişim programları, toplumsal onay almadan içselleştirilemez, kabul görmez. Bu protokol düzeniyle, bizim iddiamız olan toplumsal varlığımızı geliştirmek, yönetme iddiamızı ilerletmek mümkün olmuyor.
“BM Güvenlik Konseyi kararları dışında herhangi bir ayrılıkçı tez gelirse, tavrımız olumlu olmayacak”
Soru: TBMM’nin kabul ettiği Kıbrıs Tezkeresi’nin ardından, UBP MYK da, iki devletli çözümü destekleyen bir önerinin meclise sunulması yönünde bir tavsiye kararı aldı. Bu tarz bir konunun meclise gelmesi durumunda, CTP olarak tutumunuz ne olur?
Akansoy: CTP, adada kalıcı bir barışı talep ediyor. Adada kalıcı bir barışın sağlanmasının, bizim için önemli nedenlerinden bir tanesi de, Kıbrıs Türk halkının varlığının korunmasıdır. Bu temelde, ilkelerimiz, yol haritamız ve güncel düşüncelerimiz vardır. CTP hiç bir şekilde, bugün Tatar’ın anlatmaya çalıştığı çerçevede “çözümsüzlük, çözümdür” dememiştir ve demeyecektir. CTP’nin önüne, çözümle ilgili, BM Güvenlik Konseyi kararları dışında herhangi bir ayrılıkçı tez gelirse, elbette tavrımız olumlu olmayacaktır. Bu çok kesin ve açıktır.
Soru: BM Genel Sekreteri Guterres’in iki liderle 13 Ağustos’ta New York’ta bir araya gelmek için davet yaptığına dair Rum basınında haberler yer aldı. Rum lider Hristodulides toplantıya katılmayı kabul ettiğini açıkladı. Türk lider Tatar, böyle bir davet almadığını, mevcut koşullarda üçlü görüşmeye onay vermeyeceklerini, böyle bir görüşme için zemin olmadığını söyledi. Bu konuya ilişkin düşünceniz nedir?
Akansoy: Önemli bir gelişme. Eğer davet varsa, BM Genel Sekreteri’nin olası davet ettiği bir toplantıya mutlaka katılmak gerekir. Tatar katılmayacağı yönünde bir açıklama yaptı. Bu tavır yanlıştır. Ortak zemin konusunda anlaşmaya varılır veya varılmaz, bugün Kıbrıslı Türklerin temsilcisinin BM Genel Sekreteri’nin davetini reddetmesi hiç kimseye açıklanabilecek bir mevzu değildir. Büyük bir skandal olur. Uluslararası unsurların, Tatar’ın tezlerini kabul etmediği kadar, Hristodulidis’e de güven duymadığını biliyoruz. Yunanistan Dışişleri Bakanı Gerapetritis’in açıklamaları dikkat çekici. Gerapetritis, “Kıbrıs sorunundaki eylemsizliğin, siyasi cesaret eksikliğinin Türkiye’de iki devletli çözüm ve egemen eşitlikten bahseden aşırı pozisyonlara yol açtığını, bunu da kabul etmediklerini…” belirten bir açıklaması oldu. Burada siyasi cesaret eksikliği eleştirisi Hristodulidis’e yöneliktir ki ardından tartışmalar çıktı.
Biz, Hristodulidis’in ciddi zafiyetler içerisinde olduğunu biliyoruz. Ancak, BM Genel Sekreteri’nin davetini kabul etmemek, toplantıya gidip konuşmaktan korkmak, çekinmek de çok büyük bir zafiyettir.”
“Adil, eşit, kalıcı, güvenlikli ve işlevsel bir çözüme Tatar’ın sürdürdüğü politikayla varabilmemiz mümkün değildir”
Soru: AKP’nin iki devlet politikasından uzaklaşabileceği yönünde tahminler varken, TBMM’den geçen tezkere ve Erdoğan’ın 20 Temmuz’daki açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Akansoy: TBMM tezkeresi çıktı, ardından Türkiye Milli Güvenlik Kurulu kararı ve Sayın Erdoğan’ın çeşitli açıklamaları var. Doğrusu ben tüm bu açıklamaları müzakere pozisyonu olarak okumaktayım. Açıklamaları değerlendirirken sadece Kıbrıs’a değil, Türkiye’nin dış politikasına ve bölgesel gelişmelere bakmakta yarar var.
Mesele şu, Kıbrıs adasında sürdürülemez bir yapı var. Bu saptama, Kıbrıs Türk aşırı sağı hariç, herkesin ortak tespitidir. Kimse, “Kıbrıs’taki şu anki yapı sürdürülebilirdir. Biz var olan durumdan memnunuz, bu böyle devam edecek” diyemiyor aslında. Madem ki bu durum sürdürülemezdir, o zaman nasıl bir hareket hattına sahip olacağız? Var olan sorunlarımızı aşmak için, nasıl bir yol haritası çizeceğiz? Üzerinde durulması gereken esas konu budur. Bize göre, BM Güvenlik Konseyi kararlarından şaşmamamız lazım. Nasıl ki bugün, Filistin meselesinde, Kırım konusunda, Türkiye dahil dünyanın bütün ülkeleri, BM Güvenlik Konseyi kararlarını referans veriyorsa, bu elbette Kıbrıs için de geçerlidir. Bunun dışında bir uzlaşı alanı şu anda yoktur. Herkesin bunu görmesi gerekiyor. Bunu görmek gerekir derken, Kıbrıs Rum tarafının her attığı adımı olumlamamız da söz konusu değildir. Adil, eşit, kalıcı, güvenlikli ve işlevsel bir çözüme yürümemiz gerekmektedir. Tatar’ın sürdürdüğü politikayla buna varabilmemiz mümkün değildir. Bunu, Türkiye dahil herkes biliyor aslında. Sayın Tatar, 2020’den beri “egemen eşitlik” diye bir tavır sergiliyor, bunun neler kazandırdığını buyursun söylesin. Türk Devletler Topluluğu’nda gözlemci üye olmak marifet değil, gerçekçi olalım. Burada insanlar mutsuz, değişim istiyor, dünyaya entegre olmak istiyor, Kıbrıs adasında onurlu bir çözüm istiyor. Böyle bir eksen üzerinden, Sayın Tatar’ın kendi politikasının bize ne getirip, ne götüreceğini ifade etmesi gerekiyor.
“Ateşkesin olduğu bir toprak parçasında istikrar olmaz”
Elbette Türkiye, her şeyden önce bu toprakların garantörüdür ve garantörlük de, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasasını, toprak bütünlüğü, bağımsızlığını garanti etmek üzere şekillendirilmiştir. Bu gerçekleri göz ardı etmemek lazım. Hem bir yandan, adanın tümü üzerindeki garantörlük iddianızı sürdüreceksiniz, hem de diğer yandan ayrı devlet noktasında bir görüş ortaya koyacaksınız, bunlar birbiriyle çelişen konulardır. Yani bu sorun, sadece Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıs Rumlar açısından değil, garantör ülkeler açısından da bir sorundur. Dolayısıyla, mutlaka masaya oturup bunu konuşmak, çözmek gerekiyor. Başka bir yolu yoktur.
Herhangi bir sorunun çözümü ötelenirse ya da herhangi bir sorunu suni gerekçeler yaratarak dondurmaya, göz ardı etmeye kalkarsanız, oradaki sorun ortadan kalkmaz, potansiyel gerilimler sürekli devam eder. Bunun bir örneği, Filistin meselesidir. Filistin meselesinin ana nedeni, kronikleşmiş, zamanında çözülmeyen sorunlardır, alınan kararlara uyulmamasıdır. Yani siz “gözlerimi kaparım, önüme bakarım” diyemezsiniz. Kıbrıs’ta ateşkes vardır. Bu sürdürülemez durumu aşmak siyasilerin görevidir. Ne Filistin’de çözümsüzlük çözümdür, ne de Kıbrıs’ta çözümsüzlük çözümdür. Son zamanlarda istikrardan bahsediliyor, ateşkesin olduğu bir toprak parçasında istikrar olmaz. Aklımızı başımıza almamız ve olaya ciddiyetle yaklaşmamız lazım. Burada söz konusu olan Kıbrıslı Türklerdir, asli unsur Kıbrıslı Türklerin varlığıdır.
“Kıbrıs, bir bütün olarak, üs haline gelmiştir”
Soru: Bölgedeki gelişmeler, yükselen tansiyon ve bu çerçevede Kıbrıs’taki üslerin varlığının etkileri ne olabilir?
Akansoy: Tansiyon yükseldi, karşılıklı olarak provokatif hamleler vardır. Gelişmelerle ilgili olarak gerçekten çok ciddi endişemiz var. Önümüzdeki süreç ne getirecek, ne götürecek çok fazla belli değil. Bu gelişmeler Kıbrıs’ın dibinde oluyor. Güvenliğin ne denli önemli bir unsur olduğunu ve siyasi sorunların çözümsüzlüğünün güvenlik sorunlarını daha da büyüttüğünü çok net bir şekilde Filistin topraklarında gördük. Dolayısıyla aslolan, güvenlik ihtiyacını ortadan kaldıracak siyasi yapıyı iyi kurgulayabilmektir. Bizim bütün hedefimiz budur. Elbette güvenlik önemlidir ve Kıbrıslı Türkler de güvenliği talep eden bir toplumdur. Kıbrıs, bir bütün olarak, üs haline gelmiştir. Potansiyel olarak, şu anda herhangi bir sıkıntı görülmemekle birlikte, her zaman risk altında olduğumuzu unutmamamız, ona göre hareket etmemiz lazım.